23 Ağustos 2009 Pazar

Kumralı bol olsun.


Gattaca filmini bazılarınız hatırlar.
Güzel filmdi.

Filmde gebelik dönemi içindeyken çocuğun taşıyabileceği herhangi bir hastalık riski durumunda genetik yapısına müdahale edilebiliyordu.

Ve bilimle iligli olan her alanda olduğu gibi bazı hasta kafalar bu gelişmeyi zevk için kullanabiliyordu. Mesela çocuğun kime benzeyeceğine, göz rengine, burun şekline karar vermek gibi.

İzlediğim bir habere göre genetik kodlarla oynamak alenen deneylere dökülmüş bir bilimsel proje olmuş artık. Ama tabi haberi artık herkes çok güzel olacak kafasıyla hazırlarsanız insan haliyle şöyle bir tablo çiziyor:

Alevler içinde boynuzları olan bilim adamları tüplerden tüplere sıvı boşaltıp sıraya girmiş hamile kadınlara içirmek suretiyle üstün ırk yaratıyorlar. Arada da kötü adam kahkahaları atıyorlar.

Gelişim dediğimiz kavramı her türlü desteklerim.

Bilim güzel şey..

Ama tavrmıza tarzımıza biraz dikkat etmezsek şahane amacından sapar.
Führer'in de kemikleri mezarında ters dönmez mi?
Döner.
Kendisini lanetlemek ve insanlıktan aforoz etmek 90'larda çok modaydı zira.


Evet.

21 Ağustos 2009 Cuma

Nickelodeon kuşağı.


Bir önceki yazının büyüsünü bozmak istemem ama..

Nickelodeon'da şu anda izlemekte olduğum Danny Phantom isimli çizgifilmde yemekhane teyzesinin hayaleti mönü değiştiği yüzünden öğrenci başkanına saldırıyor. Saldırının sebebi mönüden etin kaldırılması.

Mevzu bahis saldırı sırasında rakiplerine fileto, sosis ve pirzola ile darbeler indiren yemekhane teyzesi bugünümün kahramanı olmaya hak kazanmıştır.

Olmaz böyle şey ya..
Ahahahahh!

Bu hikayeden çıkaracağımız sonuç nedir?
Et candır.
Budur.

Ağlamak büyük olaydı eskiden.


Öyleydi.

Ağladığımda paniklerdim "neden ağlıyorum ki ben şimdi" diye.
Hayatımda bir şeyler yolunda gitmiyor eyvah. Nasıl gitmez derdim. Daha ne kadar ağlamaya devam edicem kahroluyorum derdim.

Ve her ağladığımda dışarıdan duyulurdu sesim. Normal değildi, olağanüstü bir durumdu.
Güzeldi ve de.

Şimdi ağlarken hiç ses çıkarmadığımı farkettim. Sadece derin derin nefes alıyormuşum çok uzun zamandır.
Bir de garip bir his var. Sanki ağlamaya başlamak için sabırsızlanan vücudum beni huzursuz eder gibi.
Hadi ağlamaya başla artık bağımlısı oldum başka türlü rahatlayamam der gibi.

Çok doğal bir şeymiş gibi gözlerim doluyor, ağlamaya ve derin sessiz nefesler almaya başlıyorum.
Eskiden ağlamak hem acı verirdi hem boşaltırdı içimi.
Şimdi içim boşalmasın diye vücudumu tutmak zorunda kalıyorum. O da karın boşluğuma oturttuğu hazımsızlıkla cevap veriyor.
Not cool man..

Bunlar hep huzur manyakları yüzünden oldu. Reikiciler.. Yogacılar.. "İçinizde tutmayın dışarı atın"cılar.. Ağlamak doğaldır onunla barışık olun delileri..

Sizin gibiler yüzünden biz ketumların içinde dışında bir şey kalmadı. Herkese her şeyimizi açar olduk. Sadece bu konuda uyum sağladığım için mutluyum en azından henüz kaybedilmemiş bir ruhum. Çünkü önce çakraları açıyorsun sonra göz pınarları derken herkes herkese dokunsun hepimiz kardeşize kadar gider bu.

Tedirginim.

Dingin ortamda huzur bulunmaz. 

Beyaz duvarda beyaz noktayı ayırt etmek gibi bir şey bu.
Huzur huzursuzluğun içinde bulunur. Bulundu mu da, kolay kolay bırakılmaz, kıymeti bilinir. 

Bu yüzden huzur iyi huzursuzluk kötü ayrımını yapmak ne kadar doğru bilemem.
Bence benim ikisine de ihtiyacım var.

"Lotus" değil, benim için daima "Seiza"dır olay.