21 Ağustos 2009 Cuma

Ağlamak büyük olaydı eskiden.


Öyleydi.

Ağladığımda paniklerdim "neden ağlıyorum ki ben şimdi" diye.
Hayatımda bir şeyler yolunda gitmiyor eyvah. Nasıl gitmez derdim. Daha ne kadar ağlamaya devam edicem kahroluyorum derdim.

Ve her ağladığımda dışarıdan duyulurdu sesim. Normal değildi, olağanüstü bir durumdu.
Güzeldi ve de.

Şimdi ağlarken hiç ses çıkarmadığımı farkettim. Sadece derin derin nefes alıyormuşum çok uzun zamandır.
Bir de garip bir his var. Sanki ağlamaya başlamak için sabırsızlanan vücudum beni huzursuz eder gibi.
Hadi ağlamaya başla artık bağımlısı oldum başka türlü rahatlayamam der gibi.

Çok doğal bir şeymiş gibi gözlerim doluyor, ağlamaya ve derin sessiz nefesler almaya başlıyorum.
Eskiden ağlamak hem acı verirdi hem boşaltırdı içimi.
Şimdi içim boşalmasın diye vücudumu tutmak zorunda kalıyorum. O da karın boşluğuma oturttuğu hazımsızlıkla cevap veriyor.
Not cool man..

Bunlar hep huzur manyakları yüzünden oldu. Reikiciler.. Yogacılar.. "İçinizde tutmayın dışarı atın"cılar.. Ağlamak doğaldır onunla barışık olun delileri..

Sizin gibiler yüzünden biz ketumların içinde dışında bir şey kalmadı. Herkese her şeyimizi açar olduk. Sadece bu konuda uyum sağladığım için mutluyum en azından henüz kaybedilmemiş bir ruhum. Çünkü önce çakraları açıyorsun sonra göz pınarları derken herkes herkese dokunsun hepimiz kardeşize kadar gider bu.

Tedirginim.

Dingin ortamda huzur bulunmaz. 

Beyaz duvarda beyaz noktayı ayırt etmek gibi bir şey bu.
Huzur huzursuzluğun içinde bulunur. Bulundu mu da, kolay kolay bırakılmaz, kıymeti bilinir. 

Bu yüzden huzur iyi huzursuzluk kötü ayrımını yapmak ne kadar doğru bilemem.
Bence benim ikisine de ihtiyacım var.

"Lotus" değil, benim için daima "Seiza"dır olay.




Hiç yorum yok: